
Dinçkök ile son sergisi için eserlerinin de sergilendiği Ekavart Gallery’de buluştuk; sanat yolculuğunun merak edilenlerini konuştuk.
Denize ve maviye tutkun, fotoğraf çekmeye gönül vermiş, uluslararası alanda dikkat çeken çalışmalarıyla tanınan bir fotoğraf sanatçısı Ayşegül Dinçkök. Ona göre sanat, sürekli değişen ve yenilenen bir alan ve sanatının ilk yıllarında üretimleri daha sadeyken, bugün ise teknolojiden farklı malzemelere kadar pek çok yöntemi kullanıyor, eserlerini bütünsel bir deneyime dönüştürüyor. Ayşegül Dinçkök, şimdilerde ise küratörlüğünü Coşar Kulaksız’ın üstlendiği sergisi ‘Yüzeyin Ötesinde/Beyond the Surface’ ile Ekavart Gallery’de sanat tutkunları ile buluşuyor. Sanatçının uzun yıllardır süregelen çalışmalarının sonucunda yaşadığımız dünyaya olan tutkusunu ve sessiz sualtı dünyasının kırılganlığını gözler önüne serdiği eserleri, bu gizemli dünyada canlıların var olma mücadelesini ve güçlü hikâyelerini yalnızca göstermeyi değil, izleyene derinden hissettirmeyi amaçlıyor. Dinçkök’ün objektifi nden yansıyan karelerde derinlik, kırılganlık, yaşam, sessizlik ve umut bir araya geliyor. Ayşegül Dinçkök ile eserlerinin de sergilendiği Ekavart Gallery’de bir araya geldik; ekim ayı sonuna kadar devam eden yeni sergisi, sanat kariyeri, koleksiyonerlik ve sanat dünyasına katkıları ile gelecek planları üzerine konuştuk.
Röportaj: İrem Orhan
Fotoğraf: Serkan Eldeleklioğlu
“Eserlerimle Türkiye’de ve yurtdışında farklı sergilerde yer almak benim için çok değerli. Ancak her yeni sergiyle birlikte yolculuğumun daha başında olduğumu hissediyorum çünkü denizin altında keşfedecek, aktaracak çok hikâye var."
İrem Orhan: Çocukluk çağlarından bu yana deniz ile iç içe, maviye tutkun bir hayat... Kariyer yolculuğunuz nasıl başladı, nasıl şekillendi ve devam ediyor?
Ayşegül Dinçkök: Ben İstanbul’un Bebek Köyü’nde doğdum, üç yaşımda Galatasaray Adası’nda yüzmeyi öğrendim. Profesyonel yüzücü oldum, rekorlar kırdım ve milli takıma kadar yükseldim. Ancak bütün o yıllar boyunca denizin altını hiç görmemiştim. Bir gün maske ve şnorkelle suyun altına baktığımda bambaşka bir dünya ile karşılaştım. O günden sonra fotoğraf makinemle bu dünyayı belgelemeye başladım. Amacım, denizi görmeyenlere onun hem güzelliğini hem de kırılganlığını göstermekti. Her dalışımda farklı bir hikâye görüyorum ve bu da beni sürekli üretmeye teşvik ediyor.
İ.O: Deniz ve ona dair her şey... Bu tutkuyu fotoğraf ile birleştirmeniz nasıl oldu?
A.D: Fotoğraf lise yıllarımdan beri hayatımda olan bir tutku. Önceleri yazı ve fotoğrafla deneyimlerimi paylaşıyordum, ama zamanla denizin altını keşfettim. Oradaki eşsiz canlıları ve renkleri objektifime yansıtmak bana bambaşka bir yol açtı. Bir hobiden öteye geçti, sanatımın merkezine dönüştü. Bugün denizlere dair tanıklığımı fotoğrafla aktarıyor olmak bana hem keyif veriyor hem de sorumluluk hissettiriyor.
İ.O: Bu keyifli kariyer yolculuğunuzda şimdi nerede görüyorsunuz kendinizi?
A.D: Eserlerimle Türkiye’de ve yurtdışında farklı sergilerde yer almak benim için çok değerli. Ancak her yeni sergiyle birlikte yolculuğumun daha başında olduğumu hissediyorum. Çünkü denizin altında keşfedecek, aktaracak çok hikâye var. Benim hedefim bu hikâyeleri daha geniş kitlelere ulaştırmak. Bugün geldiğim noktadan mutluyum ama önümde hâlâ uzun bir yol olduğunu biliyorum.
İ.O: Yaptığınız işlere bakınca farklı bir tarzınız olduğu açık. Sanata bakış açınızda ilk yıllara kıyasla nasıl farklar var?
A.D: Sanat benim için sürekli değişen, yenilenen bir alan. İlk yıllarımda çok daha sade üretimlerim vardı. Bugün ise teknolojiden farklı malzemelere kadar pek çok yöntemi kullanıyor, eserlerimi bütünsel bir deneyime dönüştürüyorum. Benim için en önemlisi, izleyicide ‘bakma’ eylemini dönüştürmek: Gör, hisset ve altındakini merak et.
İ.O: Bir sanatçı olarak yaratım felsefenizi nasıl tanımlarsınız?
A.D: Yaratım felsefem, yaşadığımız dünyanın kırılganlığını hissettirmek üzerine kurulu. Özellikle denizler... Onların her geçen gün daha hoyratça tüketildiğini görmek bana üretim için büyük bir motivasyon veriyor. Sanatım, doğaya duyduğum sevgiyi ve sorumluluğu görünür kılmanın bir yolu.
İ.O: Son olarak, su altında çektiğiniz fotoğraflarla Ekavart Galeri’de ‘Yüzeyin Ötesinde’ adını verdiğiniz yeni bir sergi açtınız. Sergi hakkında bilgi verir misiniz?
A.D: Ekavart’ın sahibi İnci Aksoy’la uzun yıllara dayanan bir dostluğum ve işbirliğim var. Daha önce yazılarım ve fotoğraflarımla katkıda bulunmuştum ama sergilerimi orada açmak bugüne kadar kısmet olmamıştı. Bu kez onun davetiyle orada bir sergi açmak benim için çok anlamlı oldu. Sergi, İstanbul Bienali ve 20. Contemporary İstanbul ile eş zamanlı gerçekleşiyor. Bu da hem yerel hem de uluslararası sanat ortamında güçlü bir bağ kuruyor. Aynı dönemde eserlerim, Paris merkezli Fransız galeri Marc Hachem’de de sergileniyor. Bir yandan solo sergim, diğer yandan uluslararası galerimle eş zamanlı sergilere katılmak benim için gurur verici.
İ.O: Serginiz Ekavart’da gördüğü yoğun ilgiyle birlikte ekim ayı sonuna kadar uzatıldı. Siz bu süreçte yaşadıklarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
A.D: İnci Aksoy’le birlikte, Ekavart’ta Bienal’e paralel olarak hazırladığımız bu serginin gördüğü yoğun ilgi bizi gerçekten çok mutlu etti. Özellikle açılış gününden sonra gelen izleyicilerden aldığımız geri dönüşler çok değerliydi. Sergiyi görmeye tekrar gelen dostlar, beni hiç tanımayan ama tesadüfen keşfeden sanatseverler... Hepsi “Bu çalışmalar bize çok iyi geldi, çok dinlendirici bir deneyimdi, gözümüzü alamadık, eve gidince tekrar düşündük” gibi yorumlarda bulundu. Bu yorumlar bizim için çok kıymetliydi çünkü asıl amacımız serginin gerçekten doğru kitlelere ulaşmasıydı. Hele bu hafta sadece sosyal medyadan sergimizden haberdar olup gelen bir tasarım lisesinin öğrencileri vardı; uzun süre kalıp sorular sordular. Onların ilgisi aslında bizim hedeflediğimiz noktayı çok güzel özetledi. Ayrıca Ekavart bir vakıf galerisi ve amacı sergiler düzenleyerek elde ettiği gelirle geleceğin sanatçılarına burs vermek, satılan her eserin yarısı öğrencilere burs olarak gidiyor. Burada sanatçı iki kez mutlu oluyor; hem kendi bir kazanç elde ederken diğer yarısının da kendi gibi geleceğin sanatçılarına gittiğini biliyor.
İ.O: Sergi isminin özel bir hikâyesi var mı?
A.D: Hem sergimin ismi hem de eserlerimin isimleri çok özel bir anlam taşıyor. Bu ismi seçmemin nedeni, suyun altında gördüklerimle yüzeyin üstünde olup bitenler arasında bir bağ kurmak istememdi. Sadece güzellikleri göstermek değil, aynı zamanda sanatseverleri bilmedikleri bir dünyanın kırılganlıklarına dikkat çekmekti. Eserlerimin isimleri de bu duygunun bir yansıması. Örneğin, sergide yer alan balon balığı fotoğrafımın adı “Broken Dreams/Kırılgan Rüyalar.” Çatlamış, kırılmaya yüz tutmuş bir aynaya basılan bu kare, aslında bütün serginin ruhunu özetleyen bir metafor.
“Eserlerimden her biri benim için bir çocuk gibi; her satılan işte biraz ayrılık hissediyorum. Ama sonra o eserlerin yeni evlerinde yeniden hayat bulduğunu bilmek beni çok duygulandırıyor.”
İ.O: Serginizin hazırlık süreci nasıl geçti?
A.D: Aslında ben Contemporary İstanbul’un 20’ncisine Marc Hachem Galeri ile katılacağımı önceden biliyordum. Bu yüzden hazırlıklara erken başladım. Son dalışım, 2024 Mayıs ayında Filipinler’deydi ve o günden beri bu görseller üzerine çalışıyordum. Ekavart’taki sergimde de çoğunlukla bu son dalıştan kareleri kullandım. İnci Aksoy’le birlikte aynı estetik zevki paylaştığımız için seçkiyi kısa sürede belirledik. Ayrıca küratörümüz Coşar Kulaksız’ın sahibi olduğu Defo Art’ta eserlerimin üretim süreci, her iki sergi için de hızlı ve istediğim şekilde tamamlandı.
İ.O: Sergiye dair düşünceleriniz neler? Sergiyle asıl hedeflediğiniz nedir?
A.D: Bu sergide gördüğünüz karelerin çoğu, belki de 40 yıl sonra dünyamızda olmayacak canlılara ait. Çekimlerimde özellikle sağlıklı mercanlarla, bozulmaya yüz tutmuş ve yok oluşun eşiğindeki canlıları yan yana göstermeye dikkat ettim. Çünkü aslında bunların hepsi birer uyarı işareti. Benim için asıl amaç bir mesaj vermekten ziyade, izleyicide bir farkındalık uyandırmak. İnsanların karelere bakmakla kalmayıp, gerçekten görmelerini istiyorum. Doğaya, insanlığa, çocuklara ve kadınlara saygı duymak zorundayız. Zaman çok hızlı ilerliyor ve biz tabiat anayı hoyratça tüketiyoruz. Gün bugündür. Harekete geçmemiz gerek.
İ.O: ‘Yüzeyin Ötesinde/Beyond the Surface’ sadece görsel bir şölen değil, aynı zamanda doğaya duyarlılık ve çevresel farkındalık üzerine güçlü bir hatırlatma niteliği de taşıyor değil mi?
A.D: Aynen öyle. Doğa, her geçen gün yok olan canlılar ve imha edilen ormanlarla adeta kendi savaşını veriyor. Fakat bu savaşın kaybedeni aslında biz insanlar olacağız. Bunu herkes görüyor ama harekete geçmek konusunda çoğu zaman ne yapacağını bilmiyor. Ben kendi bildiğim alanda sorumluluk alıyorum. Yangınlarla yok olan ormanlar, küresel ısınma nedeniyle bozulan ekosistemler, suların ısınmasıyla yaşam alanları kaybolan küçücük canlılar... Ve ülkemizde yanlış balıkçılık yüzünden tükenen balıklar. Bütün bunlar büyük bir kaybın göstergesi. Benim yolum ise, sanatla bu gerçekleri görünür kılmak ve farkındalık yaratmak.
İ.O: Serginiz ve eserleriniz nasıl yorumlar aldı? Bu süreçte sizi özellikle etkileyen bir olay oldu mu? Ayrıca, eserlerinizin satışı sırasında yaşadığınız özel bir an ya da hikâye oldu mu?
A.D: Ekavart’taki son sergi, önceki sergilerimden oldukça farklıydı. Bu kez hem geçmişte çektiğim bazı fotoğrafları farklı materyaller üzerine basarak yeniden yorumladım, hem de 2024’te Filipinler’de yaptığım dalışlardan yeni kareleri izleyicilerle paylaştım. Bu yeni üretim biçimi ve teknik arayışlar izleyicide büyük merak uyandırdı. Pek çok kişi “Bu bambaşka bir boyut” diyerek yorumlarda bulundu. Böyle düşünen herkese çok teşekkür ediyorum. Aslında ben de uzun bir süre kendimi nasıl yenileyebilirim diye düşündüm. Gittiğim uluslararası fuarlarda, bienallerde, galerilerde sergileme biçimlerini, fotoğrafların hangi materyallerde nasıl hayat bulduğunu gözlemledim. Bu sergi, kendi iç sesimle şekillendirdiğim, tamamen bana ait bir denemeydi. Hiç kimseden yönlendirme almadım, yalnızca kendi gözüm ve sezgilerimle ilerledim. Belki de bu yüzden benim için çok değerli. Tabii herkesin beğenip beğenmediğini bilemem ama serginin 15 gün daha uzatılması ve sosyal medyada, yazılı ve görsel basında “tekrar tekrar görülmesi gereken sergiler” arasında yer alması bizi çok mutlu etti. Eserlerimden bazıları yeni sahiplerine kavuştu. Her biri benim için bir çocuk gibi; her satılan işte biraz ayrılık hissediyorum. Ama sonra o eserlerin yeni evlerinde yeniden hayat bulduğunu bilmek beni çok duygulandırıyor. Bir annenin kızına sürpriz olarak benim eserimden birini hediye etmesi, sanırım bu sergiden aklımda en çok kalacak anılardan biri olacak.
İ.O: Siz sosyal sorumluluk projelerinde de aktif rol alıyorsunuz. Bu konuda en güncel gelişmelerden bahseder misiniz?
A.D: Evet, sosyal sorumluluk projeleri hayatımın önemli bir parçası. En son Çağdaş Yaşam Derneği’nin İzmir Kız Yurdu projesine destek verdim. Aynı şekilde Ekavart da bir vakıf; burada açtığım sergimin geliri genç sanatçılara burs olarak aktarılacak. Bu benim için çok anlamlı. Geçmişte Türk Eğitim Vakfı’nın üstün yetenekli çocuklara yönelik TEVİTÖL (Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi), ÇABA Derneği, Akdeniz Koruma Derneği ki onun kurucularından biriyim, gibi pek çok projeye eserlerim ve kitaplarımdan elde ettiğim gelirlerle katkıda bulundum. Sanatımın böyle yararlı projelere dokunması bana mutluluk veriyor.
İ.O: Yurt dışında da sergileriniz oluyor, değil mi? Biraz bahseder misiniz?
A.D:Evet, yurt dışında da farklı sergi deneyimlerim oldu. Örneğin Paris’te, çektiğim fotoğraflardan üretilen özel halılar sergilendi. Geçtiğimiz yıl Marc Hachem Galeri ile Art Basel Miami’ye katıldım. 2025’te yine aynı galeriyle Art Basel Miami’de yer alacağım. Ayrıca Marc Hachem ile birlikte yurt dışında başka sergi projeleri de gündemimizde. Bu uluslararası yolculuğun devam etmesi benim için çok heyecan verici.
İ.O: Size göre bir sanat eserini ‘arzu nesnesi’ yapan şey nedir?
A.D: Bence bir sanat eserini arzu nesnesi yapan şey, izleyicide yarattığı duygudur. Bazen bu duygu hüzünlü olabilir ama yine de o hissi taşıyan bir eseri çok değerli bulabiliriz. Benim için önemli olan, bir eserin bana sadece bakmayı değil, üzerinde düşünmeyi de istemesi. Eğer bu hissi veriyorsa, onu evimde görmek, yaşadığım alanın bir parçası haline getirmek isterim. Tabii ki bazı koleksiyonerler eserleri sadece yatırımlarını güçlendirmek için alıyorlar. Ama benim bakış açım farklı. Üretilen her sanat eserine saygım sonsuz. Evimde daha fazla yerim olsa, kim bilir daha hangi eserlere sahip olmak isterdim. Ama tabii ki fuarlarda, galerilerde ya da sosyal medyada gördüğüm pek çok eseri çok beğensem de, beğendiğimiz her şeye sahip olamayız.
İ.O: Türkiye’de koleksiyonerlik gelişmekte olan bir olgu haline geldi. Bir sanatçı olarak koleksiyonerliğin sanat dünyasına katkıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
A.D: Elbette koleksiyonerlik, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sanatın gelişimi için çok değerli. Çünkü koleksiyonerler, sanatçıların üretimlerini görünür kılar, destekler ve onların yolculuğuna katkıda bulunur. Benim için en önemlisi bunun bilinçli yapılması. Yani bir eseri sadece bir yatırım ya da moda olduğu için değil, gerçekten sanatçının anlatmak istediğiyle bağ kurarak edinmek. Bilinçli koleksiyonerlik, sanat dünyasında kalıcı bir kültür yaratıyor ve gelecek nesillere aktarılacak bir miras haline geliyor.
İ.O: Sanatçı gözüyle baktığınızda size dünya üzerinde en ilham veren nokta neresi?
A.D: Sanatçı gözüyle baktığımda bana en büyük ilhamı suyun altı veriyor. Akdeniz ve Ege’de bazı canlıları bulmak mümkün değil çünkü onlar daha sıcak ve uzak denizlerde yaşıyor. Bu nedenle benim ilhamımın önemli bir kısmı bu uzak sulardan geliyor. Ama eğer bir şehirden söz edecek olursak, bence İstanbul tüm sanatçılar için eşsiz bir ilham kaynağı. Kültürü, tarihi, ışığı ve iki kıtayı birleştiren benzersiz yapısıyla İstanbul, benim için her zaman yaratıcı bir ilham noktası olmuştur.
İ.O: Yaptığınız işle ilgili sizi en çok cezbeden ve sürekli üretmeye iten şey nedir?
A.D: Su altına bakmayı öğrendiğimden beri, denizle zaten çok yakın geçen hayatım birdenbire bambaşka bir anlam kazandı. Keşfettiğim bu cennetin sınırsız olması, beni sürekli daha fazla fotoğraf çekmeye ve üretmeye yönlendiriyor. Ama tabii ki sadece dalmak ve fotoğraf çekmek yeterli değil. Ben aynı zamanda bu görüntüleri nasıl görmek istediğimi, hangi parçayı öne çıkarmam gerektiğini, nasıl sergileyeceğimi ve hangi yeni tekniklerle aktarabileceğimi araştırıyorum. Denemeler yapmak, yeni yollar bulmak beni hem heyecanlandırıyor hem de daha üretken kılıyor.
İ.O: Şimdiye kadar denizaltında pek çok farklı lokasyonda dalış yaptınız. Sizi en çok etkileyen yerler hangileriydi?
A.D. Her dalış benim için ayrı bir heyecan. Bazen sadece meditasyon gibi keyif dalışları yapıyorum, bazen de adeta bir fotoğraf kampı gibi çalışıyorum. Yıllar içinde hangi canlıların nerelerde bulunabileceğini artık aşağı yukarı biliyorum, gözüm en küçük ayrıntıyı bile seçiyor. Onları karelemek ve sergilemek bana büyük mutluluk veriyor. Bu tutkuyla bazen gördüğüm bir canlının peşine kapılıp yönümü, hatta dalış partnerimi unuttuğum oldu. Hatta defalarca oksijen tankım bu yüzden erken bitti. Ama bu da işin heyecanı. En etkileyici deneyimlerim arasında geçen yıl Filipinler’de çektiğim sardalya sürüleri var; çok etkileyiciydi ve farklı şekillerde sergilemeye devam ediyorum. Ayrıca dünyanın öbür ucunda yer alan Raja Ampat da benim için çok özel bir yer. Büyük ya da küçük, orada karşılaştığım her canlı çok renkli ve eşsiz. Uzak olmasına rağmen beş kez gittim ve bana “en çok neresi” diye sorarsanız, cevabım yine orası.
“Yazıyorum, fotoğraflıyorum, dalıyorum... Bunların her biri farklı alanlar ama üçü de beni en zor günlerimde oyalayan, tedavi eden ve hayata bağlayan uğraşlar.”
İ.O: Su altında yaşadığınız ve çok zorlandığınız bir an oldu mu peki hiç? T
A.D: Tabii ki su altında ufak tefek aksilikler yaşadım ama en unutulmaz olanlardan biri geçtiğimiz yıl Filipinler’in Cebu Adası’nda oldu. Sardalyaların arasına girip büyüleyici kareler çekiyordum; adeta görsel bir şölenin içindeydim. Fakat ertesi sabah uyandığımda vücudumun her yerinde yanık ve kızarıklıklar vardı. Meğer sardalya sürülerinin arasına, larvalarını bırakmış denizanaları girmiş. Onların sayısız küçük larvası, suyun içinde fark etmeden üzerime yapışmış. Çekim sırasında bunu hiç hissetmdim, ama ertesi gün etkisini yoğun yaşadım. Zorlayıcı bir deneyimdi ama aynı zamanda unutulmazdı; bana denizin sürprizlerle dolu olduğunu bir kez daha hatırlattı.
İ.O: Dalış, fotoğraf ve yazı... Üçü de özveri ve yoğun emek gerektiriyor. Kalbinizde hangisi daha çok yer ediyor?
A.D: Yazıyorum, fotoğraflıyorum, dalıyorum. Bunların her biri farklı alanlar ama üçü de beni en zor günlerimde oyalayan, tedavi eden ve hayata bağlayan uğraşlar. Bu yüzden aralarından birini seçmem çok zor. Belki sorunuza bir yanıt olması açısından şunpaylaşabilirim: Son çekimlerimin üzerine yaptığım çalışmaları, uzun süre hastanede yatan annemin odasında üretmiştim. Kendimi pozitif tutmak, zamanımı verimli geçirmek için bu işlerle uğraştım. Anneme de gösteriyordum; göz ucuyla da olsa bakabiliyordu. Maalesef kısa süre sonra onu kaybettim. Bu yüzden Ekavart’taki bu sergimi anneme ithaf ediyorum. Çünkü o bana hayatım boyunca farklı konularda örnek olmuş, ilham vermiş çok güçlü bir kadındı.
İ.O: Bu başarılı kariyer yolculuğunuzda eşiniz Ömer Bey ve kızlarınızın en büyük destekçileriniz olduğunu biliyoruz. Son serginiz hakkında yorumları nasıl oldu?
A:D: Eşim ve kızlarım her zaman yanımda olarak en büyük destekçilerim oldular. Ama itiraf etmeliyim ki, en büyük heyecanı iki torunum yaşıyor. Onlar benden bile daha hevesli, her adımımı merakla takip ediyorlar. Bu söyleşi vesilesiyle bütün aileme, verdikleri destek ve yanımda oldukları için teşekkür etmek isterim. Onların varlığı, yaptığım işlerin en büyük motivasyonu.
İ.O: Son olarak, yakın vadeli projelerinizden bahsetmek ister misiniz?
A.D: Bu dergi yayınlandığında eserlerim, Marc Hachem Galeri’nin seçkisinde yer almış olacak. Aynı zamanda Paris merkezli bu galerinin temsil ettiği sanatçılardan biri olmak beni ayrıca gururlandırıyor. Bunun yanı sıra, Art Basel Miami’ye tekrar katılmam için teklif aldım. Bu da benim için büyük bir mutluluk kaynağı. Tüm bu yorgunlukların, insanların ister dostlarım, ister hiç tanımadığım sanatseverlerin beğenileriyle ve en önemlisi galerilerin hem görsel hem de ticari anlamda memnuniyetleriyle karşılık bulduğunu görmek çok değerli. Umarım yaptığım işlerle herkese pozitif bir enerji aktarabiliyorumdur